“Belki de yüreğimize basit şeyler koymalıyız. Amaçlarımız, erişmek istediklerimizi yükselttikçe; ya da basit oldukları halde, erişilmezmiş gibi düşündükçe, beklentilerimizden korkuyor ve ulaşamıyoruz ve uzaklaşıyoruz. Hâlbuki yüreğimize basit şeyler koysak, erişilmeyen şeylere basit baksak, onlara ulaşmak konusunda daha rahat olmaz mıyız?”

Eser


1. gün:

İlkokul çağları geldi aklına, çamura bezeli 78 model askeri cipin takırtıları arasında. Oysaki yeşil ona hep, doğa, sevgi, hayvanlar ve mis kokulu bitkiler olarak anlatıldı o zamanlarda. Bir de babasını yücelttiği yeşil üniformalar vardı, hep kahramanı oldu mor beresi ve yeşil üniformasıyla babası onun.

Tarih kitaplarının vatan millet Sakarya propagandasını zaman eskitemese de, kilit altında kalmamış düşünceler karşısında eskimiş, geri kalmıştı yıllar sonra. Büyüdükçe sadece bedeninin büyüdüğünü sanan zihniyetlere inat, o aklını, fikrini ve zikrini büyüttü. Yeşili sınırlarından çıkardı, içine barışı, aşkı, insanı soktu. İçi ölüm dolu delikli demirlerin arasında, soyutu yaşattı.
Onun beyninde ayrım yoktu. Dünyaya hangi etnik kökenle açmış olursa olsun gözlerini bebekler, onun için sadece insandı.


Mardin kalesi gecenin karanlığında nede güzel görünüyordu. 24 yaşında bir gencin hayal dünyasına küçük de gelse bu kale, bilmezdi orda yazacağını yeşili. Kim hapsedebilirdi düşünceleri ki. Bir baba oğluna prangalar taksa da, oğul düşünürdü… Oğul âşık olurdu… Oğul isyan ederdi. İnsanoğlu yüzyıllardır ne zaman hapsedebildi ki hayalleri.
Askeri lojmana girdiklerinde tek bir emir çınladı kulaklarında; “ hemen odalarınıza gidin ve haber vermeden çıkmayın”. Annesi ve kardeşine göz ucuyla baktı. Annesi öylesine mağrurdu ki; ona sarılmak, seni bu dünyadan, bu kötü kokan lojmanlardan, yemyeşil kırlara götürmek istiyorum anne demek geldi içinden. Ama annesi kafasını bile kaldıramadan odasına doğru yöneldi. Tam o sırada arkalarından sert bir emirle daha irkildiler;” sen değil odandan, bu kaleden bile dışarı çıkmayacaksın”. Ardı sıra gelen bu sert emir karşısında dimdik ayakta yürümeye devam etti.


2. gün:

“İnsana yaşama sevincini veren en büyük varlık güneştir”, derdi dedesi ona. Hele de doğuda. Çünkü her daim ilk sen görürsün onu. İlk sana doğar. Hele de âşıksan, ilk senin içinde yükselir arşa güneş. Doğu… Şimdilerde katledilmiş bir aşkın üstünde doğuyordu güneş ve ”bak sevgili dedeciğim”, diyordu içinden, “bak güneş halen doğuyor, umarsızca”.

Bir kalenin içine konuşlandırılmış askeri bir üssün lojmanında, tüm Mardin’e tepeden bakıyordu. Güneş her gün doğsun, her gün yaşıyordu o kara günü. Bundan sonrada yaşayacaktı elbet. Öldüğü güne kadar silinmeyecek bir iz. Kanaması durmayacak bir yara idi Roj.
Roj. Daha küçük yaşlarında dedesinin zihnine yazdığı güneş ve aşk. Eski bir samanlığın yıkılmak üzere olan damından izlenen gün doğumları. İki genç yürek ve keşfedilmemiş çorak topraklar misali tenler. Keşfedilmemiş uzak diyarlar misali hayaller.

Bir mahpus muydu, yoksa bir oğul mu, diye sorguluyordu tam iki yıldır. Tanrı 24 yıla bu kadar soruyu nasıl sığdırdı, hiç mi kuluna acımadı. Mardin kalesinde başlayan yeni hayatının ikinci gününde, tepede güneşe bakarak yazmaya başladı;

“Sistem

Dünya erkek ve kadın diye iki türden ibaret, sözde beynini kullanan yaratıklarla dolu.
Herkes bir sistemin çarkı olmuş, kapılan bu sistemin kurbanı oluyor ve ölüyor.
Aslında ölüm diye bir şey yoktur. Sistemin içinde yok oluş vardır. Bu sistemden kurtulanlar, sözde beyinlilerin gözünde sadece hayvan olan ve özleri doğada bulunan yaratıklardır. Aslında, onlarında beyinlerini bir insan gibi kullanma yetileri vardır ve aslında duyguları da insandan daha çok gelişmiştir.
Şimdi: Sistem illa ki var olacaktır. Önemli olan, var olan bir sistemin çarkı olup, yok olmaya mahkûm olmak mı? Yoksa bir çark olup, birleşip, yeni bir sistem yaratmak mı?
Bu hayatta bir sistem: Kadınlar, göklerde ölü bedenleriyle erkekleri aşağılıyor, Erkekler, yerin 7 kat dibinde, çürümüş bedenleriyle sistemin tuttuğu penisleri için kurban arıyor ve ben bir çarkım bu sistemler deryası içinde… Birleşmek için yeni çarklar arıyorum, yaşanılacak bir sistemi kurmak için.”


3. gün:
“Bir insanın inancını yitirmesi ne korkunç şeydir”, dedi kendi kendine. Gencecik bir beden ki bu beden soyutla tutunmuştur hayata. Bir martı gibi uçmak, ama en yükseklerde ve hep çocukça hayal etmiştir gökyüzünü. Kollarında Roj.
O sadece sevmiştir aslında. Hiçbir zaman bir ülkenin ordusu ile isyancılar arasında bağ kurmamış, sadece sevmiştir.
Ne Roj bilir babasının yaşadıkları toprağa karşı isyan ettiğini, nede çocuk babasının sırf isyan ettiği için insanların canına kıydığını. Bir toprak parçası yüzündendir yeşil bir aşkın ölümü.

Mardin kalesine doğan güneş kapkara bir bulut getirmiştir çocuğun zihnine. iki yıl önce, o yıkık samanlıkta gizlenen Roj ve ailesini gözleri önünde öldüren babası bulutların tepesinde belirivermiştir. Bir gece, pkk militanı olan babası sınır dışına çıkarmak için ailesini, samanlığa çağırmıştır onları. Gitmenin verdiği hüzünle çağırır Roj çocuğu. Bir asker oğlunu gören babası kudursa da, çocuğun ardından gelen yeşil üniformalı askerler samanlığı basar. İçeride nefes alan bir beden koymazlar. Roj ‘un bedenine doğrulan silahı tutan eller, bir oğlun daha ilkokul çağlarında yücelttiği babadır. Tam iki yıl kaçırmıştır baba oğlunu bir vatan haini edasıyla. Hapsetmiştir kalelerde.

Oysaki çocuk, daha 3. gününde yeni bir tutsaklığın, yeşilin sınırlarını genişletmektedir babasına ve yıktığı hayallere inat. Güneş doğmuş ve yerleşmiştir yine en tepeye. Bir aşk doğmuştur yeniden küllerinden.


Eser GÜNDÜZ
2009/ mersin

0 yorum:

Yorum Gönder

Hakkımda

Fotoğrafım
BAYIM ; siz asla ulaşamayacağınız sokaklara bayraklar asarken , cezayirli mülteci bir kadın bir ispanyolla sevişiyordu.sevişmek en küçük örgüt, aşk en uzun direnişti. BAYAN ; ulaşamayağım sokaklara bayraklar asarken , bana o azmi , istila edilmiş ülkemdeki hiç göremediğim sevgilim veriyor. bir gün istila edilmiş o ülkeye dönüp ; bir kasabada, eski bir evde , onunla kötü şaraplar yudumlayacağım hayali ,sence aşk değil mi?



Followers

Sample Widget