Tarih: 19.06.1951
Saat: 12.34

Yer: Stalingrad

Stalingrad’a ayak bastıkları anda dehşete kapılmıştı Nazım. Her tarafta onun heykelleri, onun posterleri. Sanki komünist bir ülkeye değil de, bir diktatörün ülkesine girmiş gibi hissetti kendini. Ruşen’e döndü ve
Nazım: - Benim komünist Rusya’m böyle bir ülke mi olacaktı Ruşen, dedi. Ben bir sevdiğim kadına, birde komünizme bu kadar bağlandım, sırf komünizm için değil midir bu terk edişlerimiz. Ben bir aşka, birde komünizme bu kadar bağlandım be Ruşen. Can dostu nazım’dan öğrenmişti aşk teriminin bu kadar derin olduğunu. Her daim gece sohbetlerinde, ona, bu derinliği gösterdiği için teşekkür eder ve asla o dipsiz kuyuya düşmek istemediğini biraz gülerek, birazda korku ile dile getirirdi. Nazım ise onun bu karmaşık hissiyatını anlamış olacak ki; Nazım: - Dostum Ruşen. Belki yüzlerce katlık binalardan daha yüksektir aşkın uçurumu. Fakat düştüğünde zevk alabildiğin tek yükseklikte odur. Nazım ne kadar onu aşk konusunda telkin etse de, o aşka karşı her daim temkinli davranırdı ya da davrandığını sanırdı.


Tarih: 21/ 06/1951

Saat: 23.19
Yer: Sergey’in evi/ Stalingrad

Dostları Sergey’in evinin salonunda büyük bir sessizliğin hâkimdi. Duvardaki antika saatin tik tak sesleri her ne kadar dikkatleri dağıtsa da çok sinir bozucu olduğu bir gerçekti, ya da onların sese tahammülleri yoktu. Sessizliği Nazım’ın bozmasını umuyorlardı, fakat kapının yıkılacakmış gibi vurulması Nazım’da dâhil herkesi hayata döndürmüştü. Sergey kapıyı açmak için yerinden fırladı. Yaklaşık bir dakika sonra iki Alman ve bir Rus arkadaşı ile geri döndü Sergey. Gelenler Alman komünist partisinden üst düzey iki yetkili ile bir Rus ajanı idi. Sergey onları Nazım ve Ruşen ile tanıştırırken, Nazım Ruşen’in suratının bembeyaz olduğunu fark etti bir an.
Alman komünist partisi kurucularından Carla, mavi gözlü, ipek gibi sarı saçları ve oldukça uzun boyuyla perdeleri örtük evde bir güneş gibi parıldıyordu. Nazım Ruşen’in uzun süredir düşmekten korktuğu o uçurumdan artık yuvarlandığını büyük bir zevk ile izledi. Ardından bir iki öksürük sessiyle Ruşen’i kendine getirdi. Çünkü Carla’nın eli Ruşen’e uzanmış öylece bakıyorlardı birbirlerine. Ruşen. Yaklaşık 1,76 boyunda, 75 kilo ağırlığında, belirgin bir burun yapısına sahip hiçte etkileyici olmayan bir ses tonuna sahipti. Fakat onu kadınlar tarafından ilgi çekici yapan yazdığı öyküler idi. O zamanlar Nazım’ın heyecanla okuduğu tek öykü yazarı o idi. Tıpkı Nazım’ın ülke tarafından komünist propagandası ile suçlanan şiirleri gibi, Ruşen’inde öyküleri suçlanmaktaydı. Oysaki Ruşen her daim aşk temalı öyküler yazardı. Nazım bir gece Ruşen’e döndü ve eğer senin öykülerini yemek varsayarsak, tek eksiğin tuzun Ruşen, dedi. Ruşen düşünceli ve birazda alaycı bir şekilde nerden alınır bu tuz diye sordu. Nazım gayet ciddi bir gülümseme ile kadınlardan Ruşen, kadınlardan dedi. Senin tuzun aşk… Ruşen o vakit sessizleşti ve birazda utanmış olacak ki gözlerini nazımdan kaçırıp gecenin karanlığında beliren birkaç yıldıza çevirdi.


Tarih: 22/ 06/1951

Saat: 02.50
Yer: Sergey’in evi/ Stalingrad

10 gün sonra Sovyet sanatçılar birliğinin, kendisinin onuruna vereceği yemekte sert bir konuşma yapmayı planlıyordu Nazım. Bu toplantıda Rusya’ya adımını attığında gördüğü dehşeti eleştirebilecekti. Ne kadar hayran olursa olsun, Stalin artık komünizm için bir tehlikeydi ve Nazım bir şeyler yapmak zorunda idi. Fakat Rus ajanı İgor’un söyledikleri Nazım’da dâhil odadaki herkesin kanını dondurmuştu. Sadece Ruşen soğukkanlılığını yitirmiyordu. Nazım’a döndü ve
Ruşen: - dostum, anlaşılan o ki amaç uğrunda bir ya da iki kişi feda edeceğiz. Varsın olsun. Dünyanın sana ihtiyacı var. Nazım: - Ruşen, dünyanın senin öykülerine de ihtiyacı var. Ruşen: - ben artık aşk uçurumunda yuvarlanıyorum be Nazım, gerisi pek önem arz etmiyor artık, dedi ve yanaklarında güller açmışçasına güldü. O gece İgor Stalin’in, gelişinin üzerinden daha 2 gün geçmesine rağmen Nazım’ın, 10 gün sonra yapacağı konuşma için hazırladığı planı anlatmıştı. Hakimiyetine zarar getireceklerini anladığı için, başta Carla olmak üzere, Ruşen’de dahil Nazım’ın çevresindeki herkesi suçlayacaktı. Nazım’a ise Rusya halkının sevgisinden ötürü dokunamayacak, onun bu misilleme karşısında duracağını sanmaktaydı. Ama hiç bir şey Stalin’in düşündüğü gibi olmadı. Aksine, bu olaylar zinciri içersinde bir de büyük aşk doğdu. Carla ve Ruşen’in aşkı…


Tarih: 29/ 06/1951

Saat: 14.00

Yer: Sovyet sanatçılar birliği toplantısı / Stalingrad

Nazım o gün Stalin dâhil, Rusya’da oluşmuş bütün bürokrasiyi eleştirmişti. Hem de öyle bir eleştirmişti ki, bütün planları suya düşen Stalin bu konuşmadan sonra Nazım’ı ülkesinde yasaklayacaktı. Fakat bütün bunlara aldırmayacak olan Nazım, toplantının sonunda onu dinleyen yüzlerce insana Ruşen ve Carla’dan bahsetmeye başlamıştı.
Nazım: - Bu ülkeye ilk geldiğim günden itibaren tam otuz sene geçti. Bu otuz senede, yıllarca hapislerde yattım, hem de hiçbir suçum olmadan. Hasret kaldım… Sevdiğime, oğluma, ülkeme ve bütün güzelliklere… Hasretim aşkımı güçlendirdi. Bunca fedakârlığın mükâfatına baktım şöyle bir geri dönüp ve hayatın ne kadar acımasız olduğunu fark ettim. Otuz sene sonra, Rusya da gördüğüm dehşet verici şeylerin karşısında ise, amaçlarım uğruna sevgili dostum Ruşen’den oldum. Üstelik yeni âşık olmuş bir adamı, aşkından alı koydum. Kendimi asla affetmeyeceğim. Çünkü bunca senenin sonunda anladığım bir şey var, oda hiçbir bedeni aşktan mahrum bırakmamak gerekir, dedi. Bu esnada Karadeniz kıyılarında bir gemide dalgaları seyrediyordu Ruşen. Aklında Carla vardı. Carla Stalin tarafından bir Alman ajanı olarak suçlanmış ve hapse atılmıştı. Büyük ihtimalle öldürülecekti. Ruşen ise çeşitli suçlamalarla, birazda Nazım’ın yakın dostu olmasından dolayı, gerisin geriye ülkesine gönderilmişti. Çaresiz toparlanmış ve bir gemiye binmiş ve dönmek zorunda kalmıştı Ruşen. Aklında tek bir kavram vardı, hayatının bu en uzun yolculuğunda. Aşk… Bir an aklına Nazım’ın sözleri gelmiş ve dipsiz kuyunun hiç ama hiç bitmeyeceği gerçeği tüylerini ürpertmişti. Ama içindeki ürperti ona tatlı bir hoşluk verince, yüzünde acıyla karışık bir gülümseme oluştu. Artık öykülerinin içinde bolca tuz vardı.

0 yorum:

Yorum Gönder

Hakkımda

Fotoğrafım
BAYIM ; siz asla ulaşamayacağınız sokaklara bayraklar asarken , cezayirli mülteci bir kadın bir ispanyolla sevişiyordu.sevişmek en küçük örgüt, aşk en uzun direnişti. BAYAN ; ulaşamayağım sokaklara bayraklar asarken , bana o azmi , istila edilmiş ülkemdeki hiç göremediğim sevgilim veriyor. bir gün istila edilmiş o ülkeye dönüp ; bir kasabada, eski bir evde , onunla kötü şaraplar yudumlayacağım hayali ,sence aşk değil mi?



Followers

Sample Widget